
Dün bir yazı yazdım, “Başlarım böyle Yargı’nın adaletine…!” başlıklı. Keşke bugün de aynı konuyu yazmak zorunda kalmasaydım. Dün gece bir haber okuyoruz, bütün alem yargının bu kararını kınadı, hatta dağlar taşlar bile kınadı.
Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesi, doğuştan duymayan, konuşamayan, yazamayan, işaret dilini dahi bilmeyen, yalnız başına yaşam süren ve defalarca tecavüze ve cinsel tacize uğramış bir kadını, 9 yıl hapse çarptırdı. Neden mi?
Bir tecavüzcü adamı öldürdü diye.
“Devlete düşen vazife engelli bireyleri tespit edip onların ihtiyaçlarını gidermek ve haklarını savunmaktır” diyen mahkeme heyeti, “huzurumuzdaki sanık bir insanın iletişim kurabilmesi için gerekli hiçbir yetiye haiz değildir” diyor. Yani bu kadın tecavüze uğradığını polise veya herhangi birine haykırıp yardım isteyemiyor. Ve en son çareyi öldürmekte buluyor.
“Mahkemeler sanıkların şahsi durumlarını göz ardı edip sadece işlenen suçlara ceza verecek olsa idi biz yargıçlara ihtiyaç da kalmazdı” diyen mahkeme heyeti, buna rağmen “Bu olayın sonunda bir insan hayatı yitirilmiştir. Hiçbir şartta insan hayatına bir başka kişi tarafından son verilmesi kabul edilemez” diyerek de; sağır, dilsiz, gariban ve tecavüze/ tacize maruz kalmış kadını 9 yıl hapse mahkûm ediyor.
Aynı adalet, 2015 Nisan ayında, cinayete teşebbüs eden ve genç birinin bir gözünün kör olmasına neden olan sanık şahsı ise, 4 yıl hapse mahkum etmişti. Hatırlanacağı gibi 2015 yılında Tepebaşı’nda alkol etkisinde olan ve öldürme tehditleri savurduktan sonra av tüfeği ile bir araca iki el ateş ederek bir gencin gözünden ağır yaralanarak gözünü kaybetmesine neden olan Ulaş Türe isimli sanık şahıs da 4 yıl hapse mahkum edilmişti.
Birisi sarhoşluk ve voyvodalığından bir genci öldürmeye teşebbüs edip gözünü kör ediyor ve 4 yıl hapislik cezası alıyor; diğer yanda ise doğuştan dilsiz, sağır ve işaret dilini dahi bilmeyen, iletişim kuramayan ve taciz/tecavüze uğramış ve artık tacizlerden bıktığı için öldürmekten başka çaresi kalmayan 66 yaşında bir gariban kadın, 9 yıl hapse mahkum ediliyor.
Dün akşam gazetelerden okuduğumuz bu haber üzerine, böyle adalete adeta lanet ettik her birlikte.
Yorumlara bakıyoruz, herkes yargının bu kararına isyan ediyor, herkes yargıya basıp geçiyor, herkes yargının kararının yanlış olduğunu ve bunun bir vicdansızlık olduğunu düşünüyor.
Bu kadını 9 yıl hapse çarptıran mahkemenin olayla ilgili bulguları ise akıl alır gibi değil. Hem bu buğulara varıp hem de öylesi durumdaki bir kadını 9 yıl hapse mahkum etmek hangi vicdana hangi merhamete, hangi insafa sığar.
Velev ki cinayeti affetmenin veya hafif ceza vermenin emsal teşkil edeceğinden korktu bizim yargımız. Peki soruyorum… Ülkemizde o kadının pozisyonunda (durumunda) kaç kişi var ki, emsal teşkil edecekti?
Yani dilsiz ve sağır olup tecavüze uğrayan kaç kadın var bu ülkede?
Diyelim ki var… O kadınlar zaten dilsiz, sağır ve okuma yazması olmadığından, sizin kararınızı görüp, duyamayacaklarından, karardan ötürü cinayete teşvik edilmeleri olasılığı da olmazdı haliyle.
“Bu kadının özel durumu nedeniyle kendini savunmaktan başka çaresi kalmadığı göz önünde bulundurularak, beraatına karar verilmiştir” denilip, kadının Sosyal Hizmetlerin himayesine ve korumasına teslim edilmesi, daha insani ve daha vicdani olmaz mıydı?
Şimdi o mahkeme heyetinin vicdanı acaba rahat mı?
İşaret dili dahi bilmeyen, yalnızca komşularıyla ve yakın tanıdıklarıyla kendi işaretleriyle anlaşabilen bu gariban derdini, bir isteğini, bir hastalığını, bir ağrısını, bir sızısını gardiyanlara nasıl anlatacak?
Buz gibi karyolalarda, 9 yıl hapsedilmeyi hak etmiş mi tecavüze uğrayan veya cinsel tacize maruz kalan, devletin sahip çıkmadığı 66 yaşındaki bir dilsiz kadın?
“Devletin ayıbıdır” diyen yargının verdiği karara bakar mısınız! 9 yıl hapislik mahkumiyeti…
Yazıklar olsun sizi adaletinize!!!
Mahkemenin kararı açıklarken okuduğu bulgular şunlardı:
“Sanık kadın, suç tarihinde 66 yaşında, doğuştan duyma ve konuşma özürlü bir kimsedir, okuma yazma bilmez, işaret dili ile iletişim kuramaz ancak kendi ev dili ile yakından tanıdığı insanlara iletişim kurabilir. Huzurumuzdaki sanık doğuştan engelli bir kimsedir ve tüm yaşamını bu engeli ile sürdürmüştür. İnsanın en temel algılarından olan duyma ve konuşma yetisinden mahrum büyümek ve gelişmek durumunda kalan sanığın bu yetilere haiz insanlar gibi düzgün geliştiği ve aynı anlama yetisine haiz olduğunu düşünmek büyük bir hata olur. Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakların Dair Uluslararası Sözleşmesi imza koyan devletlere engelli bireylerin haklarının sağlanması için mükellefiyetler yüklemektedir. Bu sözleşmeye göre Engellilerin eğitim, sağlık gibi temel haklarından devlet sorumludur. Engelli bireylerin toplumdan soyutlanmadan gelişimlerini sürdürmeleri ve yaşamaları en önce devletin sorumluluğundadır. Devlete düşen vazife engelli bireyleri tespit edip onların ihtiyaçlarını gidermek ve haklarını savunmaktır. Huzurumuzdaki sanık bir insanın iletişim kurabilmesi için gerekli hiçbir yetiye haiz değildir. Sanık duyamaz, konuşamaz, yazamaz, okuyamaz ve işaret dili bilmez. Engelle doğmak bir kaderse engeliyle atıl bırakılmak bir ayıptır ve bu ayıp en başta devlete aittir. Huzurumuzdaki sanığa eğitim hakkı bahşedilmiş olsa idi en azından okuma yazma öğrenebileceği ve tepkisini ifade edebileceği ortadadır.”
Mahkeme, sanığın suçu işlerken maktül tarafından cinsel ve fiziki saldırıya maruz kaldığını belirtti.
Mahkeme, “sanığın mevcut engeli bu durumda yardım istemesine engel teşkil etmektedir. Yine sanığın yeğeni ve maktül tarafından sistematik bir şekilde manevi şiddet gördüğü ve ekonomik olarak sömürüldüğü de huzurumuzdaki bir olgudur. Ceza takdir ederken böyle bir hayat döngüsü içinde eve hapsedilmiş, kendisini ifade edecek herhangi bir yetisi olmayan bir sanığı diğer sanıklardan ayırmak mahkememizin en temel görevidir” dedi.
“Huzurumuzdaki sanık sırf engelli olduğu ve başka bir seçeneği olmadığı için yeğeninin evinde kalmak zorunda kalmıştır. Tercihi olmayan kişilerle yaşamak zorunda kalmıştır. Dava konusu olay da tam bu esnada olmuş ve kendisine yapılacak olan saldırıyı başkalarına anlatamayacağı tahmin edilen sanığa maktul tarafından fiziki ve cinsel saldırı yapılmıştır. Bu durumda sanığın bu suçu diğer algı handikaplarının yanında ciddi bir tahrik altında işlediği de ortadadır ve bu yönde bulgu yapar bu hususu sanık lehine değerlendiririz. Bu olayın sonunda bir insan hayatı yitirilmiştir. Hiçbir şartta insan hayatına bir başka kişi tarafından son verilmesi kabul edilemez. İnsan yaşamı en temel değerdir ve ortada bu insan tarafından işlendiği iddia olunan bir suç varsa buna ceza verecek olan bireyler değil, mahkemelerdir. Ancak olayı doğru zeminde değerlendirebilmek için doğduğu şekliyle kaderine terk edilmiş, kendi dünyasında ve kısıtlı algıları ile yaşamış, kendine yapılanı istese de başkasına anlatamayacak, saldırıya uğradığında haykırıp yardım çağıramayacak durumda bir sanığın sanığın suç anındaki tepkilerini değerlendirmemiz gereklidir. Sanığın yaptığı eylemi haklı görmek mümkün olmasa da her davayı kendi olguları içerisinde değerlendirmek gerekir. Mahkemeler sanıkların şahsi durumlarını göz ardı edip sadece işlenen suçlara ceza verecek olsa idi biz yargıçlara ihtiyaç da kalmazdı. Tüm yukarıdakiler ışığında, ağır tahrik altında suç işlemiş, engelli olması sebebi ile handikaplı bir yaşam süren, 66 yaşında sabıkasız ve suçunu kabul eden bu sanığı mahkum ettiğimiz davadan 9 yıl hapis cezasına çarptırırız” dedi.

